Amsterdam nereler gezilir ? neler yapılır ? ne yenir ?
400 taş köprüyle birbirine bağlanan 90 adacığın üzerine oturmuş
Amsterdam'da evler, gözlerinize inanamayacağınız, kim yaşar ki burada
diyeceğiniz kadar dar ve deniz seviyesinden aşağıda olduğu için temelsiz
yapılmıştır. Çünkü şehirde kullanım alanları çok kıymetlidir, bu yüzden
iskân yapıları, fazla yer kaplamasın diye daracıktır; merdiven
sahanlıkları da oldukça diktir. Bina çatılarına monte edilmiş, mobil
kancalar vardır.
Tabii bu arada şehrin 20. yüzyıldan önceki tüm büyüme planlamaları, şehrin ilk görünümünü büyük ölçüde korumaya ve geliştirmeye yönelikmiş. İşte Amsterdam'ın masalsı bir kent gibi görünme nedenlerinden biri de yarım ay şeklinde olması. Doğal olarak büyüme planlamaları bu yarım aya dıştan yeni bir band daha çekmek suretiyle gerçekleşmiş.
O zamanlar bütün şehir, liman merkezine konsantre bir haldeyken 20. yüzyıldaki büyüme planı, şehrin güneyinde de bir merkez yaratmış. Amsterdamda bugün metropol yapan şey de sanırım bu birden fazla merkezliliği zaten.
Normalde kaybolmaktan hiç haz etmem
ama size ufak bir tavsiyesi, ceplerinizden haritalar fışkırıyor da
olsa, Amsterdam'da kaybolun ve bunun zevkini çıkartın; nasılsa haritalar
sayesinde istediğiniz zaman yolunuzu bulursunuz.
Bu kayboluşlarda, zemin katları perdesiz Amsterdam evlerini görünce, Boğaz'da yürürken perdeleri ardına kadar açık evlerin önünden geçerken kabaran gözetleme ruhum aklıma gelir hep. Bu belki de şehrin Ortaçağ'dan kalma biraz büyülü, biraz içe dönük yüzüdür.
Tüm o karmaşanın aksine merkezlerden biraz uzaklaşıp kanalların etrafında dolaşmaya başladığınızda bir anda kocaman bir sessizliğin içine düşüyorsunuz ; işte bu perdesiz evlerin neredeyse hepsinin içi çok güzel ve içeride insanlar bir şeyler okuyorlar ya da sohbet ediyorlar, hemen hemen hiç birinde televizyon açık değil ve hakim sessizlik hem ürkütücü hem de dayanılmaz derecede çekici. İşte bu iki ucu bir ara getiriyor Amsterdam. Hem sessizlik, hem de özgürlüğün son noktaya vardığı bir hayal alemi.
Şehirde pek çok merkez var. Eğlence merkezleri Leidseplein,
-ki kültürel aktiviteler burada daha yoğun- ve Rembrandtplein,
entelektüel tatlar için Spui ve adından da anlaşılacağı gibi müzelerle
dolu Museumplein listenize eklenebilir. Yürüyerek ya da bisikletinize
atlayarak bir çırpıda her yeri dolaşabilirsiniz. Müze gezinize
Rijksmuseum'dan başlamanızı tavsiye ederim.
Burada 250'ye yakın odada 5000 resim sergileniyor. Ben şahsen Van Gough'u ayrı bir severim, dolayısıyla Van Gough müzesinin listenizde olması gerektiğini düşünüyorum. Anne Frank'ın Günlüğü kitabını duymuşsunuzdur. İşte o Anne Frank'ın, o ünlü günlüğünü tuttuğu ev de şimdi bir müze.
Ünlü ressam Rembrant'ın 20 yıl boyunca yaşadığı, sanatçının gravürleriyle süslü evi de gezmelik yerler arasında, benden söylemesi. Amsterdamda Historisch Müzesi de eski bir yetimhane binasında sizleri bekliyor. Tüm bu alışılmış müze türleri haricinde, Dam Meydanı'ndaki seks müzesi, Red Light Bölgesi'ndeki Esrar ve Mariuhana Müzesi, enterasan zevk sahipleri için biçilmiş kaftan.
Bir vakitte bira severler için Heineken fabrikasını gezmek de eğlenceli olabilir zira her tur yapana sınırsız bira ikram ediliyor. Bu da benden küçük bir bilgi olsun.
Amsterdam deyince kanallarından bahsetmemek olmaz tabii. Şehrin merkezi
5 dairesel kanal ile çevrelenmiş, buna Grachtengordel deniyor; yani
kanal kemeri.
Üç ana kanal olan Herengracht, Keizergracht ve Prinsengracht zengin evler için ayrılmış ve karakteristik kanal mimarisi, gezi için iyi bir başlangıç noktası sayılabilir. Efendim, şimdi bu kanalların çoğu 20 yüzyılın başında aslında tamamen sıhhi nedenlerle doldurulmuş.
Geriye kalan kanallar hâlâ epey kirli ama yine de Amsterdam'ı botla gezmenin tadı bir ayrı oluyor. Yalnızca suya fazla dikkat etmeyin ve mümkünse yemek yediğiniz elinizi suya sokmayın.
Kanalın ortasından geçerken evler daha bir tuhaf, karmakarışık,
kanalın iki tarafına da eğilmiş, birbirlerini dürtükleyen hayaller gibi
görünüyor. Suyun üzerinden kemerlenip geçen köprülerin altında ilerlerken,
muhteşem bot evlere göz atabilir, restore edilmiş salapuryalar domates
tezgahlarıyla iç içeyken, kamara penceresinden dışarıyı izleyen kedilere
selam verebilirsiniz. Enerjik bir insanım derseniz, deniz bisikletleriyle
kendi pedalını kendin çevir bir gezi yapabilirsiniz.
Ben Amsterdam'a kışın hiç gitmedim ama gidenler anlattı, kanaldaki su
donunca Ocak ayında buz pateni maratonu yapılırmış. 30 Nisan'da Queen's
Day var. Bu şu demek: nefis bir pazar, sokak partileri, canlı müzik ve
sınırsız bira. Ulusal Yel değirmeni Günü de, açık bahçe günleriyle
birlikte Mayıs ayında kutlanıyor.
Haziran'da Amsterdam'dayım diyenler
için ülkenin en büyük sanat festivali Hollanda Festivali, Haziran erken
ben Ağustos'a yer ayırttım diyenlere de şehrin dört bir yanında
performanslar sergileyen yerel tiyatro grupları ve orkestralar ev
sahipliği yapıyor. En güzeli sonbahar mı? Öyleyse Eylül ayında Flower
Parade sizi bekler.
İşte halüsinasyonlar şehri Amsterdam ufak notlar.
Amsterdam bu anlattıklarım ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı nice
güzellikle adacıklarının üzerinde oturmuş sizi bekliyor. Bilenler
bilmeyenlere anlatsın.
Görmeden - Yapmadan Dönme !!
* Lale müzesini görmeden
* Bisiklet e Sokak Gezileri
* Kırmızı fener mahallesini gezmeden
* Madame Tussauds ( Balmumu müzesi )
* Van Gogh müzesi ve Leidseplein Meydanı
* Hepsi birbirinden şirin kanal sokakları
* Çiçek Pazarı ve Hortus Botanicus Leiden
* Albert Cuyp Market
* Buz Bar : Xtra Cold Ice Bar
* Diamond Museum ( Pırlanta müzesi )
* Amsterdam Dungeon ( Zindan müze )
* Heineken Experience: Tarihi Bira Fabrikası
* Albert Cuyp Market ( Albert Cuypmarkt )
* İlginç Müzelerden ; Torture Museum