Venedik ne zaman gitmeli ?
Venedik için en iyi gezi ve tur zamanı, mevsim olarak Nisan, Eylül arası yani bahar ve yaz aylarında daha rahat bir hava durumu ile gezi yapılabilmektedir.
Görmeden - Yapmadan Dönme !!
* Venediklilerin Uğrak Yeri; Rosticceria Gislonn
* Bazilikas Santa Maria della Salute
* Serenatlı Gondo Sefası
* Madame Tussauds ( Balmumu müzesi )
* En İyi Dondurmanın Suso Gelatoteca
* Hepsi birbirinden şirin kanal sokakları
* Dükler Sarayı; Palazzo Ducale
* Dar Kanal Sokaklarında Kaybolun
* En Ünlü Köprüsü; Ahlar Köprüsü
* Günbatımı San Marco Meydanı
* Fondazione Querini Stampalia Sarayı
* Marciano Müzesi : Marciano Museum
* San Rocco (Scuola of St. Rocco)
* Museo di Storia Naturale Venezia
Venedik nereler gezilir ? neler yapılır ? ne yenir ?
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde
Fonda ' Historia del amor' çalar iken ruhunu Venedik'e satmış,
bundan da zerre kadar utanmamış bir kadın varmış, diye başlayan bir
hikaye yazmak geldi içimden.
Ne zaman mı? Venedik'e botla giriş yapınca, boynunuzda rüzgârla dalgalanan şal, San Marco'nun serap misali suretine doğru yellenince, lâl olsanız dile gelmek ister, en güzel şiirleri ben yazacağım dersiniz. Kesinlikle havasından suyundan. İnanmazsanız bu sözüme, kapatın gözlerinizi, Venedik sınırlarına girdiğinizi kalp tıpırtınızdan, Allah be, diye aşka gelmenizden anlayabilirsiniz.
------
------
Hazin sonunu belki de içten içe bildikleri halde suya meydan
okumaya cesaret edebilen insanların yarattığı bu şehir, Narcisus misali
kendini tamamen güzelliğine kaptırmış yürek yakan bir dilbere benzer.
En
az onun kadar tasasız görünür; oysa bakın kehribara çalan yeşil
gözlerine, derinlere ne acılar batmıştır; yavaş yavaş kaybolacak
güzelliğine yaktığı ağıt duyulur birbirine sokulmuş hareketsiz gondollarının tıngırtısında. Soyulmuş sıvaları, dilberin gözünün
kenarlarını kaplayan hüzün çapakları misali yosun kaplı basamakları
yitip giden güzelliğinin metaforu olarak gören romantikler, kraliçenin
zarif çöküşünden tuhaf bir haz duyarlar.
Venedik'e gitmeden önce sürüyle resim görmüş olabilir, gitmiş kadar
oldum diyebilirsiniz ama sınırlarına girdiğiniz anda hiçbir kameranın,
hiçbir fırçanın kopyalayamadığı güzelliği, gün ışığı kanalda
titreşirken, gümüş rengi pus bu gerçek dışı tablonun konturlarını
yumuşatırken, sizi nefessiz bırakır.
----
----
Son 50 yılda nüfusu neredeyse yarıya inmiştir çünkü ev fiyatları
çok yüksek, ulaşım çok karışık ve iş bulmak oldukça zordur. Bu azalma
devam ederse Venedik bir gün gerçekten de her gün sabah sekizden akşamın
geç saatlerine kadar açık bir eğlence parkına dönüşecek gibi.
Tabii bu
arada Venedik meydan okuduğu suya yavaş yavaş batmaya devam ediyor.
Aralıksız devam eden restorasyon çalışmalarına rağmen şehrin sıkıntısına
bir türlü derman olunamıyor.
Tamam, kıvamı tutturduk sanırım, nerelere gitseniz mest olursunuz
bölümüne geçebilirim artık.
Aslında Venedik'te kaybolmazsınız ama yaşasın, kayboldum oyunu
oynayabilirsiniz. 409 köprüyle elele tutuşan aşağı yukarı 150 kanalla
birbirinden ayrılmış 117 küçük adanın üzerinde deyince Venedik kaybolma
diyarı zannedilebilir; oysa şehirdeki tüm tabelalar sizi mutlaka Rialto
Köprüsü'ne, istasyona ve San Marco Meydanı'na çıkartır. Yürüyerek şehri
gezebilir, kara bittiğinde şehri su üzerinden gezmeye devam
edebilirsiniz.
Şehir 6 tarihi mekâna ayrılmıştır. Bunlar San Marco, Dorsoduro, San
Polo, Santa Croce, Cannaregio ve Castello'dur. Şehrin ana caddesi Grand
Canal, istasyondan San Marco'ya bütün bölgeleri dolaşır.
Altın aslanların şehri, Adriyatik'in vakur kraliçesinin sahip
olduğu hazinenin en nadide parçası olan San Marco'dan bahsetmeli önce.
Eski Venedik Cumhuriyeti'nin bir deniz ve ticaret gücü olduğunu
kanıtlayan San Marco Bazilikası, dünyanın en muhteşem ibadethanelerinden
biridir.
Muazzam büyüklükte yağma hazineyle donatılmış olan tapınağın kubbe ve kemerlerini say say bitiremezsiniz. İçeri girerken diz, omuz ve kolların kapanması gerekiyor. Tanıdık değil mi? Başka bir tanıdık özellik daha var Bazilika ile ilgili.
San Marco bizim İstanbul'un, şimdilerde yerinde Fatih Camii'nin bulunduğu eski Havarium Kilisesi model alınarak yapılmış.
Bu da böyle bir bilgi olsun. Özellikle dış cephe kapı girişlerinin üstündeki ve iç kubbeleri saran altın mozaikler en bilinen özelliğidir. Olur da boynunuz ağrır veya bir şeye çarpar da gözlerinizi tavandan zemine indirebilirseniz, 12. yüzyıldan kalma mermeri de bir inceleyin derim.
---
---
Bazilika'daki akıllara zarar hazinenin içinde altın, mine ve kıymetli taşlarla bezenmiş Pala d'Oro sunağı da var; 1204'deki Konstantinapolis akınından ele geçirilen ganimet de var.
Kan çekerse şaşırmayın. Bu ganimetin içinde, İsa'nın taktığı taca ait
olduğu söylenen bir diken de var. Bazilika'nın 10. yüzyıldan kalma çan
kulesi hiç haber vermeden 1902'de yıkılmış ama sonraki 10 yılda sanki
hiçbir şey olmamış gibi aynen inşa edilmiş. Tırmanın derim. Dipnot;
asansör de var.
Bazilika'dan sonra elbette konu San Marco Meydanı'na gelir. Tüm
Venedik ziyaretçileri ve güvercinlerin üşüştüğü ve yüzyıllardır caka
satarak yürüdüğü, bağırıp çağırdığı San Marco.
Birbirleriyle yarışan cafe orkestraları, ötüşen güvercinler ve açık hava yemeklerini servis
eden garsonların telaşlı gel-gitleri sayesinde meydanda daimi bir
karnaval havası hakimdir. Piazzetta yani Meydan'ın iki sütununda şehrin
hamisi iki azizin amblemi vardır: Aziz Mark'ın kanatlı aslanı ve Aziz
Theodore'un sureti. San Marco şehrin en alçakta kalan bölümlerinden
olduğu için acqua alta yani yüksek dalga geldiğinde öncelikli olarak su
altında kalır, ki yakamozlu gecelerde adamı olduğu yere mıhlayan bir
manzaradır!
Rialto her zaman Venedik'in ticaret merkezi olmuştur, o yüzden
Büyük Kanal üzerindeki ilk köprünün buraya yapılması şaşırtıcı değil.
Bugün bile sebze meyve pazarının cıvıltısıyla ününü koruyor ama merkeziliği yüzünden köprü boğazına kadar turistlere hediyelik eşyalar satan tezgâhlara gömülmüş durumda. Pescarina'nın Neo-Gotik kemerleri yalnızca yüz yaşında ama burada taze balık satışı nasıl başlamış merak ederseniz, zaman makinenizi 1300'e ayarlamanız gerekecektir.
Balık
satıcıları sizin turist olduğunuzu hemen anlar ve gerçek müşterilerini
görmek için aranızdan kaçamak bakışlar atarlar. Şehrin en yaşlı kilisesi Chiesa di San Giacomo di Rialto gerçekte tam pazarın ortasında bulunuyor
ve tahminen 25 Mart 421'de yapılmış. Yani Venedik'in kurulduğu gün. O
kadar eski yani.
Geçelim bir başka Gotik mimari harikasına. Ca d'Oro'da neler var?
Galleria Franchetti'ye ev sahipliği yapan 15. yüzyıldan kalma bu güzel
yapı adını, ön cephesindeki heykel detaylarını süsleyen altın kaplamadan
almış. Müzenin birinci katı genel olarak 15. ve 16. yüzyıl dinsel resim,
heykel ve bronzlarına ayrılmış. Ca d'Oro'yu ziyaret etmeniz için bir
başka sebep de birinci ve ikinci kat balkonlarından görebileceğiniz
Büyük Kanal manzarası.
San Marco Meydanı'na bakan enfes bir güzellik daha var ki adı
Palazzo Ducale. Şehrin siyasi kalbi olan bu pembe beyaz Venedik tarzı
Gotik hayal dükalığı, hükümetin askerlerini ve hapishaneleri
barındırıyor. Dükalığın birinci kat dairelerinin üzerinde görkemli
devlet odaları vardır. Bir sürü koridor sizi etrafı çevrili, küçük
Hasret Köprüsüne götürür.
Bu köprü sayesinde saraydan Yeni Hapishaneler'e geçersiniz. 17. yüzyılda yapılan bu köprü adını, cezası
kesinleşmiş, idama götürülen mahkumlar için bir nevi sırat köprüsü
olması yüzünden almış. Denir ki, mahkumların iniltileri ve iç çekişleri
Büyük Kanal'dan bile duyulurmuş. Bir teselli de siz çekin ciğerlerinize
ve ana kapı Gotik Porta della Carta'dan geçin.
Biraz daha sanat diyelim ve sizi Gallerie dell'Accademia'ya gönderelim.
Accademia Venedik'in en önemli sanat koleksiyonunu barındırıyor. 14.
yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Venedik sanatındaki gelişmeleri görmek
istiyorsanız kaçırmayın derim.
Bonus sorusu: Her Eylül, büyük perhizden
on gün önce başlayıp günah çıkartma gününde biten nedir? Bir günlüğüne başka
biri olunan KARNAVAL yerel yönetimin desteklediği, süslü kostümler, maskelerle
renklenen performanslar, balolar ve gösteri alayları şehrin meydanlarını
kaplamışsa curcunanın ortasındasınız demektir; kendinize bir maske
bulun; ya da en azından beyaz bir şeyler geçirin üzerinize.
Eylül'ün ilk
Pazar günü bir başka eğlence daha var. Büyük Kanal'da düzenlenen Regata
Storica'da tarihi gemilerden oluşan bir tören alayı geçer önce gözünüzün
önünden; sonra da Venedik gondolcuları arasında bir güç gösterisine
sahne olur sular.
Venedik, Maya sanatından çağdaş sanatlara pek çok gezici
sergilere de sahne olur. İki yılda bir düzenlenen ve genellikle Haziran
ortalarında başlayıp Kasım başlarına kadar süren Biennale dell'arte
yüzlerce uluslararası sanatçıyı bir araya getirir.
Klasik müzik severler Palafenice tiyatrosunda gerçekleştirilen konser, opera, oda müziği ve
bale gösterilerinin keyfini çıkartabilirler. Çoğunlukla Venedik'e has
Barok müzik örnekleri sunan daha küçük sahne ve kiliselerde, cebi
yakmayan gösteriler de denenebilir.
Bu arada, dünyanın en büyük sanat fuarlarından biri olan Venedik
Biyenali iki yılda bir resim, müzik, dans, tiyatro ve mimari
organizasyonlar düzenliyor. Sinema Biyenali, bilinen adıyla Venedik Film
Festivali, Cannes kadar popüler olmasa da kesinlikle dünya sineması
adına önemli bir organizasyondur.
Festival boyunca filmler, dışarıdan
bakınca istasyonu andıran Palazzo del Cinema'daki salonlarda gösterilir.
Yılın diğer zamanlarında kapalı olan Cinema, Ağustos dedin mi taze cephe
boyası, parlak ışıkları ile binlerce sinema sever ve yıldızı bir araya
getirir.
Venedik için aslında yılın her zamanı turist sezonu sayılabilir.
Haziran'dan Eylül ve Ekim'e kadar yoğunluk vardır ama Şubat ayında
Karnaval başlayınca iğne atsanız yere düşmez.
Her ne kadar Karnaval'ın havası başka da olsa, beni az çok biliyorsunuz; Venedik gibi masalsı şehirlerde fazla kalabalık sevmem. Hay ağzına sağlık Sayın Çokgörmüş dediyseniz, Mart sonundan Mayıs'a kadar tatlı bahar havasıyla kafanızı dinleyebilirsiniz.
Mart ayından Ekim'e kadar hava tatlı tatlı eser; Temmuz ve Ağustos oldu mu İstanbul'u aratmayan bir yapışma duygusu çöreklenir üzerinize. Yalnız şunu hatırlatmam gerek: Ağustos ayı İtalya'nın resmi tatil zamanıdır ve pek çok dükkan, restoran ve diğer hizmet yerleri ya kapalı olur ya da yoğun olmazlar.
Eylül de nefis bir
aydır fakat Ekim dedin mi kuş uçmaz, kervan geçmez olur Venedik. Kışın
soğuk epey rahatsız edicidir ama Kasım ve Aralık'ta Venedik'i kar
altında görünce kendinizi Karlar Kraliçesi zannedebilirsiniz.
Diğer güzelliklerden bahsede bahsede gondollara haksızlık yaptım
sanırım. Zira gondollar, kanatlı aslanlar ve Karnaval maskelerini açık
arayla geçip Venedik'in simgesi olmuşken onları bu kadar bekletmek
yakışmadı bana ama ne yapalım.
Kaynaklara göre gondolların geçmişi 11.
yüzyıla dek gidiyor. Bu düz taban, uzun sandallar 17. yüzyılda iyice
popüler olunca, sayıları 5000'i bulur. Şimdilerde 500'e yakın bir sayıda
kanallarda gezinseler de, kılık değiştirerek etrafı kolaçan eden şehir
kazanovalarının hâlâ favorisidir. Şöyle bir yayılıp, etrafa çapkın
bakışlar atarak gondol gezintisi yapmak modası geçmiş, pahalı ve komik
olabilir ama, yapmayın canım, eğer gerçekten istiyorsanız kime ne
bundan!
Gondollar haricinde Venedik'in antik kaldırımlarını adımlarınızla
şenlendirebilir; kanalda gondollar haricinde Vaporetto gezintisi de
yapabilirsiniz. Özellikle Vaporetto 1'in Büyük Kanal seferi gözlere
şenlik oluyor, benden söylemesi.
Su taksileri en az gondollar kadar pahalı da olsa, utanmayı göze alamayanlar için, sürücülerinin çizgili gömlek giymemesi ve O Sole Mio söylememeleri bir teselli olabilir. Yemeklerine diyecek bir şey yok; bir daha hiçbir yerde belki de yiyemeyeceğiniz, ya da aynı tadı bulamayacağınız deniz yemekleri midenize amade sizi beklemekte.
Detaya girersem bu yazı yemek kitabından
bir yaprağa dönüşebilir, tehlikeye atılmayalım. Tarif isteyen olursa
bana e-posta göndersin; konu da burada kapansın.
Charles Dickens'dan, Venedik'e annesiyle gelip dönmeyi reddeden
Marcel Proust'a kadar pek çok sanatçı ve yazar kalbini burada
bırakmıştır.
Hani olur da elinize kağıt kalem alırsanız bilin ki ilk
değilsiniz. Kucağınızda duran kağıtlar boş kalır, şehir elinizi
bağlarsa, bilin ki yine ilk değilsiniz. Dickens bile kelimelerden,
sözlerden hattâ düşüncelerden de öte demişken, Venedik hakkında
yazdıklarınıza gururla bakmak epey zordur zaten.
Evet. Kara ile denizin evliliğinden doğma en güzel çocuk olan
Venedik, uzun geçmişi ve belirsiz geleceği ile alçak gönüllü, melankolik
öylece batıyor. Bu eşsiz harika battığında dünya daha da fakirleşecek.
Güzelliği acı veren, puslarının gerisinde kalan görkemli geçmişiyle
zamanın dışında nefes alan bu hayalet şehri
Gidin ve görün. Bilenler
bilmeyenlere anlatsın.